Kapıkırı’nda Bir Gün

Mart 18, 2018 arda

Uzun bir Pazar günüydü. Bir Stratüs örtüsü güneşle aramıza gri bir hat çizmişti. Rüzgar Beşparmak’ın eteklerinden aşağı çılgınca koşuyordu. Başlangıçta yamaçtaki zeytin ağaçlarının dallarında, yapraklarındaydı… Sonra kıyıdaki buğday başaklarının başında… Sonra sazlıkta ve dalgalarda…  Buluşmak üzere sözleştiği birilerine yetişmek ister gibi acele içindeydi. Milet’in sakin tabiatlı beyaz taş bloklarının yanından hızla geçti… Ardından küçük bir es çizip, Apollon’daki grifonların önünden Priene’ye kadar koşusuna devam etti… Oradan yaşlı Mykale’deki son birkaç çamın başını okşayıp soluklanmadan Samos Boğazı’nın yolunu tuttu.

Orda olmalıydılar…

Ama değildiler…

Son birkaç yüz Marttır böyle olduğu halde, böylesi hızlı günlerinde, hep bir umutla varıyordu kıyıya… Sonsuzluğa doğru salınan bir salıncaktaymış gibi hissederken, bu sert gerçeklik onu tutup, tam aksi yöne, geriye doğru itiveriyordu… Ani bir taşikardi atağı… Sartre’ninkine benzer bir Bulantı yanı başında bitiyordu…

Zaman ısrarlıydı…

Menderes sabırlıydı…

Lade, çoktandır ovada küçük bir tepeydi.

Güney Agora Kapısı, yüzyıldan uzun bir süredir Berlin’deydi…

O köprünün altından çok sular akmıştı, alüvyonlar limanları doldurmuştu… Ama bu uzun Pazar gününde, şu gri stratüsün altında, rüzgar yine hiç durmadı. “İşler ve Günler” tarih olduğunda, tüm o jeolojik katmanların üstünde rüzgar yine rüzgar gibi kaldı. Aramak için dışarıdaydı…

Orada olmalıydılar…

Ama değildiler…

Şu güzel, beyaz yelkenliler…